Mektûbât-ı Mahmûdiyye 89. Mektub

İÇERİKLER

Hızır Efendi’nin Sohbet Esnasında Sorusuna Cevap Alması

Bir tefâül yaptım, istihare yaptım; bildiğiniz üzere mevcut, cemaatimizin postnişinlik ve rabıta mevzusuyla ile alakalı piyasada herkes bir şey söylüyor. Bilen de konuşuyor bilmeyen de konuşuyor. Ancak elimizde bu konuda çok kuvvetli delillerimiz var. “Bu delillerle alakalı, bu delillere mebni birtakım yazı yazılması veyahut da sesli veya görsel birtakım açıklamalar yapılması uygun mudur?” diye bir istihare yaptım

Efendi Hazretleri’mizin Mektubât-ı Mahmûdiyye’sinden, Efendi Hazretleri’mize sorma niyetiyle yaptım. Bunu Hızır Efendi’ den duymuştum;

“Ben her şeyi Efendi Hazretleri’mize sormam, giderim sohbet esnasında niyet ederim, Efendi Hazretleri’miz de genel olarak sohbet esnasında istediğim şeyin cevabını verir.” derdi.

Aynı usul üzere ben de Mektûbât-ı Mahmûdiyye’ye müracaat ettim. Yani “bu konularda konuşmanın zamanı gelmiş midir?” diye. Tabii konuşmak derken… Bu meseleler, özellikle tarikat meseleleri asla yoruma açık meseleler değildir. İçtihada açık meseleler değildir.
Konuşmak derken, burada bizim Risale-i Kutsiyye’miz var, Mektûbât-ı Mahmûdiyye var, Mektûbât-ı Rabbânî var, Risâle-i Halidiyye var, bizim kaynaklarımız var. Konuşulan mesele, postnişinlik meselesi. Yaşanan olaylar, tarihte her postnişinde yaşanmış olaylar. Yani,

Bir şeyh efendi vefat ettikten sonra onun yerine halife bırakıldığında, bir tane veya on tane fark etmiyor, bu hep yaşanmış, kimisinde daha yüksek boyutlarda yaşanmış kimisinde daha hafif geçmiş belki de bazen yaşanmamış, onu bilemeyiz.

İlginç bir şekilde arkadaşlar, rastgele açtım; gördüğünüz üzere İbrahim Efendi’ye gönderilmiş, Efendi Baba ahirete irtihal ettikten sonra Efendi Baba’nın ihvanları arasında, “Şeyh kimdir?” “Halife kimdir?” ve “rabıta kime yapılacak?” tartışması çıkıyor, Efendi Hazretleri’miz de bundan bahsediyor. “Rabıta Mahmut Efendi’ye yapılmayacak, Efendi Baba’ya yapılacak” şeklinde problemler zuhur ediyor, hatta Efendi Hazretleri’mizin şeyhliğini inkâr edenler çıkıyor, ondan bahsediyor.

Devamında da ihvanlardan bazısı, bazısının yanına gitmiş -biraz sonra göreceğiz- “İşte falan zat bizi ispat etmek için öyle bir döşenmiş ki” diyor. Kendisinin hilafetini ve rabıtasını ispat etmeye çalışandan övgüyle bahsediyor. Bu mektup çıktı; onun için buradan aldığımız işaretle ben diyorum ki:

Artık bu meseleyi “yok şöyle olacak, yok böyle olacak, yok o bunu diyecek, bu bunu diyecek” diye artık gizlemenin sessiz kalmanın konuşmamanın anlamı yok.

Neden Konuşmak Zorundayız?

Şu an artık 15 Temmuz gibi arkadaşlar. 15 Temmuz’da, o gece “acaba sokağa çıksam mı yoksa evimde mi kalsam?” diye düşünenler büyük bir fırsatı kaybettiler. Ama gönlünden geldiği üzere Allah için çıkanlar kazandılar.
Ve ben şunu açıkça söylüyorum:

Ben Hasan Efendi’ye (kaddesallahu sırrahu) bütün kalbimle velayetine ve irşat makamında olduğuna, Efendi Hazretleri’mizin halifesi olduğuna bi-la şek ve şüphe inanıyorum ve itikat ediyorum ve onun yolunu, onun davasını ispat etmek için bundan sonra konuşacağım! Kim dinler, kim inanır hiç umurumda değil! Ben kendim için konuşacağım, ben kendim için bunu anlatacağım!

Bu mektup “bunun artık vaktinin geldiğine, artık konuşulması gerektiğine” dair bunun iznidir zaten! Ben bunu bir emir olarak telakki ediyorum.

Soruyorlar; “Neden kendinizi konuşmak zorunda hissediyorsunuz?” diye.
Biz bu meseleyi ilmî sorumluluk olarak görüyoruz ve inanıyoruz. Elimizdeki deliller neticesinde ortaya çıkan hakikate kat’î surette inanıyor ve bu hakikatin karşısında kim durursa dursun, ahlakî olması şartıyla ilmî bir mücadeleyi kendimize vacip görüyoruz.
Bu konuda düsturu ve menheci sünnetten alıyoruz.
Zira Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyuruyor:

أُنْصُرْ أَخَاكَ ظَالِمًا أَوْ مَظْلٌومًا

“Din kardeşin zalim de mazlum da olsa ona yardım et.”
Bir adam: “Ya Resûlallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zâlimse nasıl yardım edeyim, söyler misiniz?” dedi.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem;

تَحْجُزُهُ -أَوْ تَمْنَعُهُ- مِنَ الظُّلْمِ فَإِنَّ ذَلِكَ نَصْرُهُ

“Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu ona yardım etmektir” buyurdu.

İkinci bir soru da şu: “Peki Hasan Efendi Hazretleri ‘Susun’ diyor, siz neden halâ konuşuyorsunuz?

Biz bu konuda umumî bir nehiy duymadık. Hususî birtakım kişilere susun denmiş olabilir, bu kendilerini bağlar tabiî ki. Sünnette bunun örneği çoktur. Ehli katında malumdur.

Bu arada konuşulmamasına dair umumî veya bize hususî bir nehiy gelirse şayet, anında konuşmayı bırakırız. Müsterih olsunlar!

Fitnelere Karşı Ulemanın Tavrı Ne Olmalı?

el-İntisar li-Evliyaillahi’l-Ahyar diye bir kitap var. O kitabı incelerken onun başında, mukaddimesinde bir ifade geçiyor, yani bir hadisi şerif rivayet ediliyor. Bakın kendisi, Mustafa İsmet Garîbullah Büyük Şeyh Efendi zamanında yaşamış bir zat. “el-İntisar li-Evliyaillahi’l-Ahyar.” Mana malum değil mi? “Allah’ın seçkin dostlarının davasına, tarikatına intisar/yardım.”
Burada şöyle diyor:

وَقَدْ قَالَ نَبِيُّنَا الْمُخْتَارُ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا دَامَ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ

“Gece ve gündüz devam ettiği sürece Allah’ın salatı ve selam üzerine olsun ki seçilmiş olan Peygamber’imiz şöyle buyurdu:”

إِذَا ظَهَرَتِ الْفِتَنُ -أَوْ قَالَ الْبِدَعُ- وَسُبَّتْ أَصْحَابِي فَلْيَظْهَرِ الْعَالِمُ عِلْمَهُ

“Fitneler fesatlar çıktığında ve ashabıma, benim dostlarıma artık, hakaret ve küfredildiğinde onlar inkâr edildiğinde alim olanlar, bu işe ehil olanları ilimlerini ortay koysunlar, hüccetlerini ortaya koysunlar, delillerini ortaya koysunlar ve bu davaya intisar etsinler.”

Peki bunlar yapılmazsa ne olur?

فَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ فَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

“Eğer dostlarımı desteklemezseniz onları yalnız bırakırsanız -ki çünkü beni yalnız bırakmışsınız demektir- Allah’ın meleklerin ve tüm insanlığın laneti üzerine olsun!”

لَا يَقْبَلُ اللهُ صَرْفًا وَلَا عَدْلًا

“Ne farz ne sünnet hiçbir şey kabul olmaz!”

Bakın karşısında olana değil ha! Yanında olup da susana! Yani “bir şeyler yapabilir miyim” diye böyle dertlenmeyene! Keyfine bak bakalım kim galip olacak!

نعوذ بالله من شرور أنفسنا ومن سيئات أعمالنا

[Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden Allah’a sığınırız].

وَقَالَ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا أَظْهَرَ النَّاسَ الْبِدَعُ إِلَّا أَظْهَرَ اللهُ تَعَالَى فِيهِمْ حُجَّتَهُ عَلَى لِسَانِ مَنْ شَاءَ خَلْقَهُ

“İnsanlar arasında bidatler ortaya çıkarsa Allah Teala da yarattıklarından dilediği kimsenin diliyle onlar arasında delilini ortaya çıkartır.”

Eğer Allah bir fitnenin çıkmasına müsaade ediyorsa aslında ehli ilme bir fırsat vermiş demektir. Çünkü onların lisanıyla o fitneyi susturacak demektir.
Şimdi bakın 1960’lar. Bu mektupta aynı bugünü göreceksiniz. İbrahim Efendi’ye gönderilmiş:

“Ahi fillahım İbrahim Efendi’ye,
Es-Selamü aleyküm ve rahmetüllahi teâlâ ve berakâtühü ve alâ men ledeyküm min ibâdillahi’s-salihin.
Bundan birkaç gün evvel yazmış olduğunuz mektubunuzu aldım, çok memnun oldum! İçinde bazı acayip şeylere münderiç olmakla biraz taaccüp ve hayretimizi mucip oldu. Hamdolsun bazı sırlar meydana çıkıyor. Efendimiz (Sallallahu Sleyhi ve Sellem) Hazretleri ne çektiler! Elimizden ne gelir?”

Fitne Çıkaranlara Karşı Hangi Dua Yapılmalı?

Kendi kavminden ne çekti yani! Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) irşat ve tebliğ ve risalet için çıktığında en yakınlarından, kendi kavminden ne çektiler! Ama buna karşılık onlara beddua etmedi, onlara lanet etmedi bir şey yapmadı.

اَللَّهُمَّ اهْدِ قَوْمِي فَإِنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

“Allah’ım! Kavmime hidayet et! Çünkü onlar bilmiyorlar” buyurdu.

Ama bir dikkat edin kendine eziyet edenler böyle dua ederken, dostlarına eziyet edilip de sessiz kalanlara bakın biraz önce ne diyordu ilginç değil mi?

Devamında Efendi Hazretleri’miz “İhvanı da böyle perişan hale soktular…” Burası el yazmasıyla mevcut biliyorsunuz değil mi? Kendi el yazması. “İhvanı da böyle perişan hale soktular…” Kimin ihvanını? Efendi Baba’nın ihvanını. Kim soktu? Bakın şimdi: “Bizler güya ona kıymet vermiştik.” Kıymet verdiğimiz birisi ihvanı böyle perişan etti diyor. Demek ki kıymet verilmek her yaptığının doğru olacağına delil değildir.
“Bizler güya ona kıymet vermiştik, ihvana dersi değiştirsin demiştik…” Bakın ihvana ders değiştirmesi için görevlendirilen zat, ihvanı perişan ediyor. Kendisine kıymet verilen güvenilen zat. Bu bir övgüdür değil mi? Biz ona güvenmiştik, o ihvanı perişan ediyor.

Efendi Hazretleri’mize Rabıta İnkar Edilmedi mi?

“Zaten Hacı Emrullah Efendi ile İsmail Efendi bana demişlerdi ki…” -bu zattan dolayı- “Süleyman dede daha yakında zorla yola geldi, şimdi rabıta ediniz ona dedi…” Efendi Hazretleri’miz kendisini kastediyor. Süleyman Efendi zorla yola geldi “ha şimdi tamam Mahmut Efendi’ye rabıta yapabilirsiniz, ben de kabul ediyorum” dedi. Dava ne davası görüyor musunuz? Rabıta kime yapılacak davası. Kimse okumuyor şunu ya! Kimse bakmıyor! Aynı dava!
“Evvelce aksine gidiyordu, Mahmut Efendi’ye rabıta yapılmaz diyordu…” Bak niye geldiğini, niye bu tarafa döndüğünü söylüyor Efendi Hazretleri. Kadir Efendi’ye kızdı bu tarafı kabul etti. İmanen değil yani itikat ederek değil, karşı taraftan birine kızmış Efendi Hazretleri’mizin tarafına geçmiş. Biz kitabın ortasından giriyoruz ama tekkede kalan Nuri Efendi’yle geçen bu hikayeleri biliyor musunuz bilmiyorum.

Efendimiz halife olarak bırakıldığında Efendi Baba, Efendi Hazretleri’mize icazet yazıyor ve kendi eliyle ona icazet veriyor. Postnişinlik icazeti, halifelik icazeti. Ama damadı ve ailesinin baskısıyla Efendi Hazretleri’ni korumak için o el yazması olan kendi icazetini alıyor ve yırtıyor. Yazılı icazeti iptal ediyor ki Efendi Hazretleri’ne daha fazla zarar vermesinler. Meşayıh bazen bunu yapar. Aynısı Hasan Efendi için oldu. Ortada video dolaşıyor ya hastanede geçen. Ama bakın Efendi Hazretleri’mizin icazetini, yazılı icazeti Efendi Baba iptal ediyor. Ama bu mektupta şifahen icazetin olduğunu burada şimdi okuyacaksınız. Ve Nuri Efendi’yi Efendi Baba tekkeye bırakıyor, tekkeyi de ona bırakıyor. Efendi Hazretleri’mize şifahen icazetini veriyor, “Sen İsmailağa’ya git” diyor.

İcazetin Yırtılması Hilafeti İptal Etmek midir?

Peki tekkede de bir halife vardı sözde, İsmailağa’da da yazılı icazeti yırtılan bir halife vardı. Tasarruf hangisindeydi peki? Tüm dünya gördü. Tasarruf kimdeyse şu an tüm dünya görüyor. Yani tekkedeki zat ve ekibi o tekkenin orada kitap satan kimselere döndü. Doğru mu? Var mı bir irşat var mı bir fayda? Yok bitti gitti! Ama yazılı icazeti yırtılan ve ekallin [azınlığın] kabul ettiği, ekserin diğer tarafta kaldığı zat, tüm dünyaya tasarrufuyla ışık olmuştur, güneş olmuştur, irşadını yaymıştır.

Şimdi o günlerden bahsediyor Efendi Hazretlerimiz işte. “Süleyman dede de…” diyor “diğer tarafta kalmıştı, bizi reddediyordu sonradan karşı tarafa kızdığı için bu tarafa geldi, rabıta Mahmut Efendi’ye yapılabilir dedi…” Sonra diyor ki Efendi Hazretlerimiz bakın: “Allah-u Teâlâ için olmayan iman ne olur?” Velayete iman, bizim velayetimize iman etmeyen, inanmayan; birilerine kızarak veya birilerinin zoruyla gelse ne olur ki? O tekrar geri gider. Sonra tekrar geri dönüyor, Efendi Hazretleri’miz ona görev verdiği halde tarikat değiştirmiyor ki o, eski kadim bir ihvanı Efendi Baba’nın. Sonra ihvanı perişan ediyor, fitneyi fesadı yayıyor. “Neyse…” diyor Efendi Hazretleri’miz, İbrahim Efendi’ye “bilmezden gel. Dünyanın bundan sonra hali bu olacak herhalde.” Galiba bu fitne devam edecek. “Öyle ya nuru nübüvvetten uzaklaştıkça millet dinden teberrüt edecekler, soğuyacaklar.” Aynı şekilde Efendi Baba ahirete irtihâl ettikten sonra onun tasarrufundan uzaklaşanlar olacak. Ona benzetiyor.
“Din-i Mübin-i İslam eski halini muhafaza etmektedir. Onun metni Kur’an-ı Kerim’dir.” Yani bizi kabul etseler ne olur etmeseler ne olur! Bu dava kıyamete kadar. Yani bu Kur’an ve sünnet muhafaza olunacak. “Onda değişiklik olmadıkça bir şey olmaz. Onun muhafazasını ki Hak Teâlâ deruhte buyurmuş oldu. Öyleyse din, öylece halini muhafaza edecektir.
Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki:

لَا تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أٌمَّتِي ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ لَا يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ حَتَّى يَأْتِيَ أَمْرُ اللهِ تَعَالَى وَهُمْ عَلَى ذَلِكَ

İçinizden bazıları hak üzere olmaya daim olacak diğerlerinin onları yoldan çıkarmaya çalışması veya onlara ne bileyim zarar vermeye çalışması onlara bir zarar vermeyecek. Kıyamet gelinceye kadar da bu böyle devam edecek.

Halife’yi İnkar Mürşidi İnkar mıdır?

Bakın Efendi Hazretlerimiz devam ediyor: “Ne edelim, belki bazı kimselerin bu yolda nasibi olmayacak…” Hangi yolda? Efendi Baba’nın ihvandan bazısı artık bu yoldan kopacak. Niye kopacak? Efendi Baba’nın gerçek halifesine tâbi olamadığından dolayı. Ona iman edemediğinden dolayı. Dikkat edin arkadaşlar! Burada ilginç bir şey diyor! Yani bizden nasibi olmayacak demiyor Efendi Hazretlerimiz. “Ne edelim, belki bazı kimselerin bu yoldan nasibi olmayacak…” diyor.

Yani Efendi Hazretleri’mizi reddetmek kimi reddetmek oluyor aslında? Efendi Baba’yı reddetmek oluyor! Onun için yoldan nasibi kalmıyor, yol ile ilişiği kesiliyor.

“Bizler zorla bir şey edemeyiz. Vesselam. Biz iman edenlerle meşgul olalım. Asıl bize lazım olan kendi kemalâtımızdır. Kendi kemalâtımızla meşgul iken, birisi ciddi bir itikat ve teslimiyet ile gelirse, bizlere hak için yumulursa, onun da tarafına bakarız. Ona büyüklerimizden aldığımız telkinâtı söyleriz.”
Efendi Hazretleri’mizin yazılı icazeti yırtıldı, biliyorsunuz, o zaman yazılı icazeti böyle iptal edilince şeyhliğinin de iptal edilmiş olması gerekir değil mi, şu anda konuşulan gibi? Ama Efendi Hazretleri’miz şeyhlik yapıyor, “Bize verilen telkinâtı, vasiyeti yerine getiririz” diyor. Anlayabiliyor musunuz? İlla yazılı icazet gerekmiyor, icazet illa zahiri bir yedbiyetle de olma şartı yok. Zahiren likâ şartı da yok şeyhle halife arasında. Hadis ilmindeki gibi likâ şartı da yok.

Halifenin Tayininde Şahit Tutulması Gerekli midir?

Soruyorum size; Ebu’l-Hasen Harakânî veya Ebû Yezidi’l-Bestâmî, ikisinin de kendi şeyhleriyle likâları var mı? Yok. Peki Ebu’l-Hasen Harakânî, ben kimin halifesiyim diyor? Kimin yolunu devam ettiriyorum diyor? Ebû Yezidi’l-Bestâmî Hazretleri’nin değil mi? Şahidi kim? Yok. Kendi, “ben onun yolunun devamıyım” iddiasıyla ortaya çıkıyor, ona inananlar, ona iman edenler ona tâbi oluyorlar. Hiçbir şahit olmasa Hasan Efendi çıksa “Ben Mahmut Efendi’nin vasisiyim” dese şahide ihtiyaç var mı? İsteyen kabul eder, isteyen reddeder. Bu şahitli şuhutlu bir şey değil ki. Artı şahitler var o ayrı mesele. Ben oraya girmiyorum; o zaten sabit. Kadim ihvanların şehadeti var, orada hiçbir şüphe yok. Onu ayrı bir derste ben size anlatırım. Ama velayet böyle bir şey değil. Öyle olsaydı silsiledeki Ebu’l-Hasen Harakânî Hazretleri’nden itibaren kesilmiş olurdu silsile. Zahiri şeyh şartını başka bir dersimizde konuşacağız.

Üveysilik demek zahiri şeyhi inkar demek değildir.

Ebu Bekir Sıddık (radıyallahü anh)’a Dayanan Silsile Neden Daha Kuvvetlidir?
Bakın arkadaşlar bizim Hâlidî adabıyla alakalı yazılmış kitaplardan biri de Behçetü’s-Seniyye’dir. Mevlâna Halid’in halifelerin birisi yazmış. Diyor ki:

“Nakşî Hâlidî’nin üç silsilesi var; birisi Ebu Bekir Sıddık’a dayanan, iki tanesi de Hazreti Ali Efendi’mize dayanan silsile.”

Bu çok ilginç. İki silsile Hazreti Ali Efendi’mize dayanıyor. İşte Maruf-u Kerhi, Süfyan-ı Sevrî, bunlar üzerinden, Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri’nin üzerinden bir silsile var. Meşhur olan, bizim okuduğumuz silsile de Ebu Bekir Sıddık’a dayanan silsile. İlginç bir şey söylüyor;

“Neden Ebu Bekir Sıddık’a dayanan silsile meşhurdur? Onu okuruz hatmi hâcelerimizde, silsile okumalarımızda bunu niye okuruz? Çünkü en kuvvetlisi bu olduğu için” diyor. “En kuvvetli silsile bu olduğu için” diyor. Niye “en kuvvetlisi” diyor? “Çünkü…” diyor, “burada manen ittisal var, ruhen ittisal var; bedenen ittisal değil!” Ebu’l-Hasen Harakâni ve Ebu Ebû Yezidi’l-Bestâmî hazretlerinin kendi şeyhlerine ruhen olan ittisalleri bedenen olan ittisalden daha kuvvetli olduğu için, manevi işlerde, “bu silsile daha kuvvetlidir” diyor.

Orijinal değil mi?
Arkadaşlar tarikat böyle akıl işi değil! Fıkıh yapamazsın burada! Oturup da sen içtihat edemezsin! Manevi içtihat mertebesine ulaştıysan içtihat edersin, zahiri ilimlerin delilleriyle içtihat edemezsin!

“Bir peygambere bile

﴿اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ﴾

[Sana düşen ancak tebliğ etmektir] buyuruyorsa, bizlerde onlar gibi onların varisliğine çalışırız. Vesselam.
Sen nasıl emrolunduysan öyle devam et” diyor.
Bakın burada ilginç bir meseleye geliyor Efendi Hazretleri’miz.

“Mesela; o kadın hanıma iyi sordun…” diyor İbrahim Efendi’ye, “‘Sen kabul ettin mi? Mahmut efendiyi kabul ettin mi?’ diye sordun…” sene 1960, Efendi Baba’dan sonra. “O da açıktan bila perva (çekinmeden), ‘yok’ dedi…” Efendi Hazretleri devamında diyor ki: “Tabii bir gün inkarlar hep meydana çıkacak. Ama siz yine utandırmadınız, iyi yaptınız, hoş tuttunuz.”
Bakın burası ilginç: “Fakat iyi düşünecek olursak, kusurun çoğu onda değil…” Kimde? En başta demişti ya ihvanı perişan ettiler. Kusurun çoğu kimde? Bu fitneyi çıkaranda. Ama çoğu ha, hepsi değil! Çoğu onda. “Lakin Mevla akıl fikir verdi, düşünmesi lazımdır. Biraz da ondadır…” Bir kadıncağız da olsa bir hoca olmasa da biraz düşün daha biraz düşün ya. Hiç mi tarikattan haberin yok? Nerde gördün rabıtasız şeyh olacağını. Biraz sonra ben size delilleriyle göstereceğim.

Rabıtasız Mürşit düşünülemez.

Delil nerden? Nakşî Hâlidî silsilesinden Mustafa İsmet Garîbullah Büyük Şeyh Efendi’den, Efendi Hazretleri’mizin “Bu yolun adabını bize öğreten kitaptır” dediği “Mektûbât’ın metnidir” dediği kitaptan. Size biraz sonra aktaracağım. Mürşit varsa rabıta vardır. Rabıtasız mürşit olmaz. Ha diyeceksiniz “şu anda niye yapmıyoruz?” Emir öyle olduğu için yapmıyoruz, kasten oturup rabıta yapmıyoruz. Emir öyle olduğu için.

Hasan Efendi Hazretleri Neden Başlarda “Bana Rabıta Yapabilirsiniz” Demedi?

Peki Hasan Efendi Hazretleri neden “bana rabıta yapın” demiyor?
İsmet Efendi tekkesinin şeyhi Ali Haydar Efendi Baba’mız kendisinden sonra Mahmut Efendi Hazretleri’ni halife olarak tayin etmiş ve İsmailağa Camii şerifinde irşat vazifesine devam etmesini vasiyet etmişti. Mahmut Efendi Hazretleri bu geçiş döneminde gönderdiği mektuplarla ihvana bu yeni süreçte nasıl bir yol izleneceğini beyan ediyor ve ihvanını yetiştiriyordu. Bu sebeple bu mektupların çok iyi okunması ve incelenmesi gerekiyor. Mahmut Efendi Hazretleri işte bu mektuplardan birinde 89. mektupta geçiş sürecinde rabıta ile alakalı usulünü de şu ifadelerle ortaya koyuyordu:

“Gönül vermek meselesi onadır, hiç değişiklik yoktur. “

Ali Haydar Efendi Baba’nın vefatından az bir müddet sonra yazdığı bu mektupta, gönlün yine ona verileceği yani Ali Haydar Efendi’ye rabıta edileceği ifade ediyordu. İşte bu sözler meşâyihin yüksek ahlakını, adabını, tevazusunu ortaya koyan ifadelerdir. 80 sene bu yüksek ahlak sahibinin dizinin dibinde yetişmiş olan Hasan Efendi Hazretleri’mizden “rabıtayı bana yapın” denmesi bekleniyor. Böyle demediği için de birtakım rivayetlerle kafa karıştırılıyor! Hasan Efendi de “Gönül verme işi onadır” dedi. Yani “Eskisi gibi devam edecek her şey” dedi. Burada da Efendi Hazretleri’miz aynısını söylüyor. Onlar ne diyorsa biz onu yapıyoruz.

Postişinliğe Oturan Şeyh Efendi Rabıtayı Kendisine Döndürür mü?

Risâle- Kudsiyye’de şöyle geçiyor:
“Veli âdab-ı eslâf oldu şayan.
Bu sünnettir ki makbul ola insan.
Gözet âdabı gel Hakk’a gidelim.
Cemali ba kemale seyr İdelim.”
Görüldüğü üzere Risale-i Kudsiyye’de Mustafa İsmet Garîbullah Büyük Şeyh Efendi kendisinden sonraki Şeyh Efendilere yolun üslup ve adabını anlatıyor. Selefinin adabını, üslubunu gözetmesi ve aynı adap üzere devam etmesini vasiyet ediyor. Mahmut Efendi Hazretleri kendisine hilafet verdiği Şeyh Nemir El-Hatîb’in talebelerinin rabıtayı kime yapacağız sorusu üzerine

“Gönül nereye akarsa ona yapacaksınız” buyuruyor.

Görüldüğü gibi Efendi Babanın ahirete irtihali üzerinden 40 seneden fazla süre geçtiği halde, hâlâ “rabıtayı bana yapacaksınız” demiyor
Mahmut Efendi Hazretleri’nin Halefi olan Hasan Efendi Hazretleri de aynen Risale-i Kudsiyye’de belirtilen adap üzere, rabıtayı kime yapacağız diye sorulduğunda, bazı kere “Gönül vermek onadır” diyor, bazı kerede “Su akar yolunu bulur” diyor.
İşte Risâle-i Kudsiyye, işte selef, işte halef, işte adap, yol bozulmadan devam ediyor, Elhamdülillah.
Yolu bozanlardan, hazer, hazer, hazer.

Fitnecilere Anlatmaktan Vazgeçmeli miyiz?

“…biraz da ondadır. Çok düşme üzerlerine.” İlla bizi kabul etsinler diye çok da üzerlerine düşme. “Bu Milletin üzerine düştükçe bir şey olduk zannediyorlar…” Görüyor musunuz? “Sanki bize iyilik etmiş oluyorlar.” Bizi kabul edince sanki bize iyilik etmiş oluyorlar. Bana rabıta yapınca bana iyilik mi yapıyorsun? Sen kendine iyilik yapıyorsun! Yapmazsan yapma! “Sanki bize iyilik etmiş oluyorlar. Fakat…” -bakın burası mühim arkadaşlar- “…üzerlerine düşme. Fakat hepten de bırakmak olmaz.” Hoş tutarak anlatın! Hakaret etmeden anlatın, bildiklerinizi, delillerinizi, hüccetlerinizi, bu yolun delillerini ortaya koyun! Kabul ederse eder, etmezse etmez. İlginç değil mi arkadaşlar? Bugünü anlatıyor değil mi sanki?

Ayrılanların Olması ve Çokluğu Yolun Hak Olmadığına Delil midir?

Bakın ilginç bir şey söylüyor: “Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ahirete teşrifi ile 11 kabile yoldan huruç etti. Fakat Hazreti Sıddık hem siyâsî halife olmakla onları tahtı taata celp eyledi.” Ebu Bekir Sıddık biliyorsunuz bizim silsilenin başı, bir yandan da Hulefa-i Raşidin’den. Yani hem zâhirî halifeliği var hem bâtınî halifeliği var. Zâhirî halifelik ne demek? Elinde kılıç var. Ama Efendi Hazretleri diyor ki: “Bizlerin böyle kuvveti yok, olmaz da…” Biz zâhirî halife değiliz biz batini halifeyiz. Yapacak bir şeyimiz yok. Bakın şuraya dikkat edin: “…belki kuvvet onların elinde zahir.” Efendi Baba’dan sonra Efendi’yi inkâr edenler çoğunluktaydı. Bakın “kuvvet onların elinde” diyor Efendi Hazretleri. Böyle belli başlı ihvanlar Efendi’yi kabul ediyor. Tekrar oradan alevlendi iş. İnkâr edenlere rağmen. Şimdi onlarda, o inkâr edenlerin içinde kalanlar ahirette ne kadar pişman olacaklar. Değer miydi? Yani ve elinde hiçbir delil olmadan inkâr ediyorsun.

Kardeşim bir adamın mürşit olmadığına delil getiremezsin! En fazla inanmazsın, çekersin gidersin. Neyin delilini getiriyorsun? Ebu Bekir Sıddık, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e hangi delile binaen iman etti? Önce iman etti, sonra delilini gördü. Mektûbât’ta görmüştük onu değil mi? İman kalp işidir. Önce iman edersin, sonra delilini görürsün. Bakın şimdi okuyacaksınız. O delilleri şimdi okuyacaksınız. Arada hususi meselelere giriyor. Konumuzla alakalı olan şuradan devam edelim:
“Sizin mektubunuz ki geldi, yatıyordum, hasta idim. El’an daha teravihe gidemedim. Fakat şimdi iyiyim hamdolsun. İnşallah-u Teâlâ Ramazan-ı Şerif’i müteakip oraya geliriz. Fakat bizim gelmemizden bunların bir çürük haberleri daha çok tesir ediyor…” Bandırmadan bahsediyor. Efendi Hazretlerimiz diyor ki: “Bandırmaya geleceğim ama…” diyor, “benim gelmeden daha çok bizimle alakalı bu tarafın göndermiş olduğu çürük haberler sizin o tarafa daha çok tesir ediyor.” Çürük haberler, biraz önceki söylediğim gibi, çürük haberler çürük iddialar! Çürük ne demek biliyor musunuz? Bila delil [delilsiz]! Delile bina olan çürük olmaz! Otururuz delilini konuşuruz. Bila delil, hiçbir şey değildir; cevap vermeye bile değmez.

Müridin Şeyh Efendi’nin Hakkını Savunması Matlup mudur?

Bakın, şimdi biraz önce bahsettiğim mesele: “Eskici Abdullah Efendi geçende buraya gelmişti. Nuri Efendi ile beraber…” Nuri Efendi işte o Efendi Baba’nın damadı, halifesiyim, tarikatı ben devam ettiriyorum diyen zat. “Nuri Efendi ile beraber mersinli Muhammed Efendi abimize gitmişlerdi. Bu fakirin hakkında konuşmak için…” Ne konuşmak için? Çürük haberlerden konuşmak için. “Muhammed abimiz onlara bu fakir hakkında öyle bir döşendi ki, Abdullah Efendi ağladı ve Nuri Efendi’ye senin ‘Mahmut Efendi Hazretleri ile görüşmen lazım’ dedi…” “Git görüş…” dedi, “çare orda” dedi. Bakın çare gösteriliyor görüyor musunuz? Ama ben, “ne yapılmalı” hususundaki istiharede şurasını aldım, böyle konuşuyorum ama bu istihareye binaen

“Öyle bir döşendi ki…”

ifadesinde binaen konuşuyorum. Biz de bu davanın savunması hususunda fıkıh talebeleri olarak, ehli ilim olarak, ehli tarik olarak bu davayı böyle savunacağız arkadaşlar. Kimseye “öte git” demeden, “beri gel” demeden. Ne öte git ne beri gel; kimseyle işimiz yok. Biz yolumuzu anlatacağız, tarafımızı belli edeceğiz. Bî taraf olan ber-taraf olur. Ehlullahtan taraf olun! Efendi Hazretleri’mizin velayetini sarahaten söylediği taraftan olun! İrşadı ayrı mesele, velayeti hususunda ittifak olan zattan olun! Hiç korkmayın, hiç çekinmeyin! Bu da bir davet değil ha; “kimseyi zorla getirmeyin” diyor ileride. Ben de kimseyi zorlamıyorum!

Fitnecilere Karşı Müritlerin Tavrı Ne Olmalı?

Devamına bakın: “Ne geldi ne bir şey böyle adamlar bunlar bunlarla başa çıkılmaz.” Bırak gitsin. “Bizim vazifemiz bize hak için kim Efendi Baba’mızın vasiyetini muhafaza ederek gelirse…” Hangi vasiyet? Postnişinlik vasiyeti. “…onu kabul edip yolumuzla meşgul olmaktır vesselam.” “…Bu mektubu hazırlamıştım, postaya atacaktım, bir de ikinci mektubunuz geldi ve beni üzdü. Üzülmek şu yüzden oldu ki; bu iki kişi, Ali ve Kâmil, bunlar bize yâr olmazlar.” Bakın neler yaşanmış arkadaşlar! Efendi Hazretleri böyle kolaylıkla mı bu işi devam ettirdi zannediyorsunuz? Kimse bilmiyor bunları. Efendi Hazretleri’mize Efendi Baba verdi vekaleti, velayeti. Böyle tören yapıldı, kabine değişikliğinde, işte törenler yapıldı birbirlerine çiçekler verdiler Efendi Hazretleri’miz geldi postnişinlik makamına oturdu. Bütün ihvan geldi biat ettiler. Ondan sonra böyle devam etti. Böyle bir şey yok. Bu nedir? Ne savaşlar oldu. Neler çekildi. Evet ne buyuruyor: “Bu iki kişi, Ali ve Kâmil, bunlar bize yar olmazlar. Evvela siz buradan oraya ki gönderildiniz…” İbrahim Efendi’ye diyor. İbrahim Efendi’yi Bandırma’ya gönderiyor Efendi Hazretleri’miz. “Ali Efendi haber alınca…” yukarıdaki Ali, “…‘bilmem bilmek de istemem’ dedi.” Bu Mahmud bunu buraya niye göndermiş falan. “Adavet izhar eyledi ve bizim tarikatımızla uğraştılar, yıkmaya çalıştılar. Şimdi oraya gelmeleri iyi bir mana taşımaz olduğu anlaşılmaktadır.” Bakın hile ve tuzakla geldiler oraya diyor ha! Bunların derdi başka dikkat edin diyor! “Bunlar hakkında

أستعيذ بالله ﴿اِنَّمَا يَنْهٰيكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذ۪ينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ وَاَخْرَجُوكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلٰٓى اِخْرَاجِكُمْ اَنْ تَوَلَّوْهُمْۚ…﴾

“Allah ancak, din hususunda sizinle savaşmış olan, sizi yurdunuzdan çıkarmış olan ve sizi çıkartmaya desteklemiş olan kişileri dost edinmenizi yasaklar.” Bu tip adamlardan ne yapacağız? Uzak duracağız.

﴿وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ فَاُولٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ﴾

“Kim onları dost edinirse işte onlardır zalim olanların ta kendileridir.”

﴿هَٓا اَنْتُمْ اُو۬لَٓاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ﴾

“Siz onları seversiniz ama onlar sizi sevmezler.”

Bak tam da burası! Siz onları birtakım hüsn-ü zanlarla seversiniz. Dedi ya Efendi Hazretleri “En başta ben ona çok güvenmiştim, görevler vermiştim…” Bunlara binaen güvenirsiniz, översiniz, seversiniz ama onlar sizi sevmiyor. Devamında diyor ki bakın Efendi Hazretleri’miz: “… ayeti celileleri, biraz düşündürüyor benim fikrimi. Tabi bunlar kafir demek değildir. Fakat hileleri olabilir. Bu hususta hazer ve dikkat üzere olasınız.” Evet hemen aşağıda bakın “İsmail Efendi ve Emrullah Efendi ile çok yakınlık tesis edesiniz.” Kim bu İsmail Efendi ile Emrullah Efendi? Biraz sonra size bir nakil aktaracağım. Bu kişiler, Efendi Baba’nın Efendi Hazretleri’mize şifahen vasiyetinin, yani hilafet vasiyetinin şahitleri. “…Hacı Dede’yi idare edesiniz.” O fitne çıkarıyor demişti ya. Yaşlı başlı adam, bırakın biraz idare edesiniz. “Ne diyelim, bu yaştaki insana ne diyelim? Onlar bizi inkarda iken…” Yani bu hacı dedeler. “… onlar (İsmail Efendi ve Emrullah Efendi) bizi ispata çalıştılar. Ne çektiler! Bunların hakkı büyüktür ve bunlar sadıktır. Ali efendi bizim meclisimize gelmiyor dedi, sizin meclisinize neden geliyor. Çok sıkıldım hazer, hazer, hazer…”

Rabıtanın Kendisine Devamını Söyleyen Mürşide Halifesi Muhalefet Edebilir mi?

Şimdi bakın, piyasada rabıtayla alakalı mesele dolaşıyor. Mevlânâ Hâlid’in bir vasiyeti var arkadaşlar, meşhurdur. Mevlânâ Hâlid’in (kaddasallahu sırrahu)’nun halifelerinin kitaplarında geçer. Mevlânâ Hâlid (kaddasallahu sırrahu) “Benden sonra rabıta bana devam edecek” diyor. Mevlânâ Hâlid’in bu vasiyeti günümüzde şu an kullanılıyor doğru mu? Ve devamında deniliyor ki “Abdullahi Mekkî hazretleri bu emre binâen kendisine rabıta yaptırmadı” deniliyor doğru mu? Abdullah Mekkî kendisine rabıta yaptırmadı. Bakın şimdi ben size Risâle-i Kudsiyye’den aktaracağım. Yani Mevlânâ Hâlid’in “benden sonra rabıta yapılmayacak” şeklindeki bu emrine uyuldu mu uyulmadı mı?

مَشَايِخِ خَالِدِي بَيْنِنْدَهْ أَيْ جَانْ مُخَالِفْ دُشْدِي وَارْدِرْ بَعْضِ أَرْكَانْ

“Hâlidi hulefâsı, bazı rükûnlarda, erkânda aralarında ihtilafa düştüler.”

بُو رَحْمَتْدِرْ بُو حِكْمَتْدِرْ كَلْ إِينَانْ

“Bu rahmettir, bu hikmettir, gel inan.” Sen karışma onların ihtilafına; bu rahmettir. Ama dikkat edin halifeler ihtilaf ediyor. Bazı halifeler Mevlâna Hâlid’in emrine imtisâlen rabıtayı Mevlâna Hâlid’e yaptırıyor, bazı halifeler de Mevlâna Hâlid’in emri olduğu halde kendisine yaptırmaya devam ediyor. Mevlâna Hâlid’e muhalefet gibi görünüyor değil mi? Bakın şimdi ne diyecek:

بُو أُولْدِي رَابِطَهْ بَحْثِنْدَهْ إِعْلَانْ

“Rabıta bahsinde anlattık.”

مُخَالِفْ بِيلْمَهْ كَلْ حَقَّهْ كِيدَﻩلِمْ جَمَالِ بَا كَمَالَهْ سَيْرِ إِيدَﻩلِمْ

Ey yavrucuğum, ey canım kardeşim! Ne diyor Mustafa İsmet Garîbullah? Kendisine rabıta yaptıranı muhalif bilme. Mevlânâ Hâlid ile onun arasında senin bilmediğin bir delil var. Açıklamak zorunda değiller zaten. Mevlânâ Hâlid’in vasiyetinin ne manaya geldiğini onlar daha iyi biliyor. Sen ne karışıyorsun? Net mi arkadaşlar? Muhalif bilme diyor değil mi?
Şimdi bakın, Risâle-i Kudsiyye sahibi Mustafa İsmet Garîbullah, bir sonraki sayfanın, beytin son cümlesinde şöyle diyor:

بُو كَمْتَرْلَهْ أُلُوكْ حَقَّهْ كِيدَﻩلِمْ جَمَالِ بَا كَمَالَهْ سَيْرِ إِيدَﻩلِمْ

Efendi Hazretleri’miz biliyorsunuz Risâle-i Kudsiyye’yi sohbetlerde anlatıyordu. Hem kitâbeten hem de semâan sabittir, meşhurdur, mütevatirdir.

بُو كَمْتَرْلَهْ أُلُوكْ حَقَّهْ كِيدَﻩلِمْ جَمَالِ بَا كَمَالَهْ سَيْرِ إِيدَﻩلِمْ

Bakın Efendi Hazretleri orayı nasıl tefsir ediyor: “‘Bu ziyade noksanla olun’ demek, ‘bana rabıta edin’ demektir.”

كُونُو مَعَ الصَّادِقِينْ

”كُونُو“

ifadesi, “gönül vermek benimle olun” demek, “bana rabıta edin” demektir.

Halifenin Emre Muhalefet Etmesi Yolu Bozmak mıdır?

Diyelim Abdullah Mekkî kendisine rabıta yaptırmasa bile, kim yaptırmış, kim muhalefet etmiş? İlk muhalif kim? Bugünün dili ile, bugün söyleyenlerin diliyle söylüyorum: Mustafa İsmet Garîbullah Büyük Şeyh Efendi bu yolu bozmuş, neuzubillah. Ayıptır ya! Şimdi bakın Abdullah Mekkî Hazretleri ile alakalı Risale-i Kudsiyye’den delil! 342. Beyit:

شَرِيعَتْدَهْ طَرِيقَتْدَهْ أُو دِلْدَارْ

Kimden bahsediyor? Abdullah Mekkî’den bahsediyor Risale-i Kudsiyye.

شَرِيعَتْدَهْ طَرِيقَتْدَهْ أُو دِلْدَارْ معرفتده حقيقتده أو سردار
أُولُورْدِي اِسْتِقَامَتْ أُوزْرَهْ أُولْ يَارْ آنِكْ مِثْلِي بُولُونْمَازْ بَحْرِ أَسْرَارْ
بُو بَحْرَهْ طَالْ عَزِيزْ حَقَّهْ كِيدَﻩلِمْ جَمَالِ بَا كَمَالَهْ سَيْرِ إِيدَﻩلِمْ

Bu beytin hemen altında Efendi Hazretleri’miz orayı tefsir ediyor: “Rabıta et ki onun nurunda bat. Tarikata böyle çalışılır. Rabıta böyle yapılır.” Kime rabıta yap diyor Mustafa İsmet Garîbullah Büyük Şeyh Efendi? “Abdullah Mekkî Hazretleri’ne rabıta yap!” diyor. Hani yasaktı? Hani “Bana rabıta yapmayın” diyordu? Yani Abdullah Mekkî Hazretleri “Bana rabıta yapmayın, Mevlâna Hâlid’e yapın!” diyecek, halifesi “Ona yapın!” diyecek, ilginç. Devamında: “Tarikat-ı Nakşibendiyye büyüklerinden her biri Allah-u Teâlâ Hazretleri’nin hazinesi, definesidir. Mevlâ Teâlâ’nın definesi, bizim definelerimiz gibi olmaz.”

كُوكُلْ طُوتْ تَا أُولَهْ سِنْ بَحْرِ عُمَّانْ

Efendi Hazretleri ne diyor? “Bu zatlara rabıta yap!” Yani “gönül tut” ifadesi, “raptet” ifadesi, rabıta manasındadır. “Feda et canını” “feda kıl canını” bunlar hep rabıta manasındadır.

Kendisine Rabıta Yapılmayan Mürşit Olur mu?

Evet, bu tarikatın büyüklerinin hepsine rabıta yapılacak. Rabıtasız mürşit düşünülemez. Ha şimdi bakın bakalım, bu deliller üzerinden… Hangi deliller? Mustafa ismet Garîbullah Büyük Şeyh Efendi’nin ifadeleri üzerinden mevzu sarihtir değil mi? Abdullah Mekkî Hazretleri’mize rabıta yapılmış mı? Bu ifade yapıldığını gösteriyor. Mustafa İsmet Garîbullah Büyük Şeyh Efendi “bana rabıta yapın” diyor mu? Diyor! O zaman Mevlâna Hâlid’in vasiyetine bunlar muhalif mi? “Muhalif deme” diyor. Ne demek muhalif deme? Senin bilmediğin bir illet var, bilmediğin bir delil var. Meselenin bağlamını, ilerisini gerisini, aslını sen bilmiyorsun.

Bakın “Efendi Hizmetleri’miz vekil bıraktı” diyorlar. Ben size bir rivayet aktarayım. Bakalım vekil mi bırakmış halife mi bırakmış! Bakın Efendi Hazretleri’ne birisi “Halife bıraktınız mı?” diye soruyor. Efendi Hazretleri’miz de ne buyuruyor; “Vekil bıraktım, bu yol vekillerle devam edecek” dediği konuşuluyor değil mi? Mektûbât-ı Mahmûdiyye’de diyor ki İbrahim Efendi’ye:

“Vekalet meselesinden sordunuz, evvelce de sormuştunuz. O mesela hakkında Efendi Baba’mızdan herhalde bir vasiyet duymuş olacaksınız ki, bir takım Efendi Baba’mızı sevenler ki; Muhsin Efendi, İsmail Efendi, Ömer Efendi ve daha bildiğiniz kardeşler ‘o vasiyeti muhafaza edelim’ diyorlar.”

Hangi vasiyet bu? Hilafet vasiyeti işte! Ne diye bahsediyor Efendi Hazretleri burada? “Vekalet” diye bahsediyor. Yani o zamanki ısıtılahta veya Efendi Hazretleri’mizin ıstılahında halifelikten vekalet diye de bahsediliyor. Her vekil halifedir manasına gelmez ama halifeye vekil de kullanılabiliyor demektir.