Hakikat ve İtibar Arasında Kalan Tarikat

İÇERİKLER

Hakikat ve İtibar Arasında Kalan Tarikat: Cübbeli Ahmed’in İtibar Kalkanı

En son konuşmasında, “Siz bana bakın, benim Mahmud Efendi adına yanlış yaptığım nerede görülmüş? Bana güvenin,” diyor.

Dikkat ederseniz, sıkışmış, çaresiz kalmış, insanları ikna etmekte ve kandırmakta zorlanan, iyice çuvallamış birini görüyoruz.

İtibarını kalkan gibi kullanmasına ne demeli? Bu, İslam’ın temel kaidelerini açıkça çiğnemek değil midir? Hakikat, ne zaman şahsi fazilet ve şöhrete bağlandı da bizim haberimiz olmadı?

“Eğer doğru söylüyorsanız, delilinizi getirin,” emri nerede kaldı?

Öyle bir ispat yapıyor ki, meşruiyetini yine kendisinden alıyor; resmen “bir bilen safsatası” yapıyor: “Ben diyorsam delil sormayın,” diyor açıkça. Meşruiyeti kendinden menkul bir çıkarımdan öteye gidemiyor. Nefsini tezkiye ederek göz boyuyor, hakikati karartıyor.

Kaza yapana, “Mutlaka sen hata yapmışsındır, adam 40 yıllık şoför!” denildiği gibi, Cübbeli Ahmed de itiraz eden herkese “Yanlış yapıyorsunuz, yahu, adam 40 yıllık Cübbeli Ahmed,” demek istiyor galiba.

Hani, Hakk’ın hatırı her şeyden üstündü… “Benim hatırım için beni dinleyin,” demek nereden çıktı şimdi?

Hakikat, Şahısların Gölgesinde Kalmaz!

Şahsiyet ile hakikati savunmak, yalnızca masumiyet ile korunmuş nübüvvet makamının işidir. Allah’ın veli kulları bile böyle bir iddiadan kaçarken, bizim medya vaizinin şahsiyetini öne sürmesi tam bir akıl tutulması değil mi?

Halbuki şahsiyeti, davasının önündeki en büyük engel ve bu, lehine değil, aleyhine bir durum.

Maalesef bu tavır rabbanî değil, firavnî bir tavırdır. Bu hile dolu yol, tüm müktesebatını şahsileştirdiği davasına feda ettiğini ve en önemlisi de mahrumiyeti satın aldığını gösteriyor.

İmam Şatıbi’nin dediği gibi:

“İlim talibinin kulluk dışında bir derdi olması, onu şuursuzca fetvâ vermeye ve sonunda insanları saptırmaya götürecektir.”

Bir Davanın Değeri, Delil ile Ölçülür

Bir dava, ancak makbul delillerle ve İslamî usul ve kaidelerle müdafaa edildiğinde hakikate hizmet eder.

Kendi şahsiyetine dayalı dava ve müdafaa, ilmî ve ahlakî değerlere karşı büyük bir saygısızlık, pervasızlık ve hatta deli saçmasıdır; itibarı da yoktur.

Kur’an ve sünnet, her türlü ihtilafın temel medarı olmalıdır.

Ulemanın şu sözünü unutmayalım:

“Delil ile ilim, şahıslardan üstündür.”

Ebubekir (ra) Gibi Bir Tavır Gerekir

Hakikat, şahısların gölgesinde kalmamalı; aksine şahıslar, hakikatin gölgesinde yok olmalı ve kendi şahsi menfaatlerini feda etmelidir.

Buna en büyük cevabı Hz. Ebubekir (radıyallahu anh) ilk hutbesinde vermiştir. Dikkatle okuyalım, başka bir şeye gerek bırakmayan asil bir tavır:

  • “Sizin en hayırlınız olmadığım halde, sizi idare etmek üzere seçildim.”
  • “İyilik yaparsam, bana yardım ediniz; kötülük yaparsam beni doğrultunuz.”
  • “Doğruluk, emanet; yalancılık da hıyanettir.”
  • “Sizin yanınızda zayıf olanlar, benim yanımda güçlüdürler, ta ki onların bu illetini onlardan uzaklaştırayım. Yanınızda güçlü olanlar da, onlar üzerindeki hakkı alınıncaya kadar yanımda güçsüzdürler.”

https://x.com/i/status/1883146836539494443