Fitne Dönemlerinde Susmak Caiz midir?

İÇERİKLER

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الحمد لله رب العالمين، والصلاة والسلام على سينا محمد، وعلى آله وصحبه أحمعين.

Konuya girmeden müftâbih olan fetvayı nakledip ondan sonra tüm tafsilatı ile anlatalım.

Ehli Sünnet Alimlerinin Cumhurunun katında özellikle âşağıdaki iki şart var ve bu zahirse susmak caiz değildir.

  1.  Şeriatsızlık yani Münker varsa,
  2.  Bir taraf diğer tarafa karşı haddi aşarsa.

Gündemdeki hâdiselerle ilgili bazı kardeşlerimiz, her daim susmanın en sâlim yol olacağını ve bizim bu konularda konuşarak hata ettiğimizi söylüyorlar. Bu dediklerinin de hz Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) şu hadisi şerifinin gereği olduğunu savunuyorlar;

قال رسول الله ﷺ: «ستكون فتن: القاعد فيها خير من القائم، والقائم فيها خير من الماشي، والماشي فيها خير من الساعي، من تشرف لها تستشرفه، فمن وجد فيها ملجأ، أو معاذا، فليعذ به».

Ebû Hüreyre (radıyallahu anh)’ın naklettiğine göre; Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

İleride birtakım fitneler meydana gelecektir. O zaman oturan kişi, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen de koşandan daha hayırlıdır.Fitne çıkarmaya yeltenen kişi kendisini o fitnenin içinde buluverir. Kim de (fitneden kurtulup) sığınacak bir yer bulursa hemen oraya sığınsın.” (Sahîhu’l-Buhârî, 4/198)

Ayrıca bu kardeşlerimiz, Hz. Ali’nin ve Hz. Muaviye’nin (radıyallahu anhuma) arasında cereyan eden savaşlarda, bazı sahabilerin Hz. Peygamberin bu hadîsine dayanarak kenara çekilip iki gruba da katılmadıklarını delil getirmektedirler. Ancak gündemdeki hadiseler karşısında bizim susup kenara çekilmemiz gerektiğine dair bu hadisi şerifi delil getirmeleri hatalı bir istidlaldir. Elbette tarikat meseleleri gönül işidir. Gönlü meyletmeyen kendi yoluna gidebilir.

Ancak ortada bir şeriatsızlık varsa, münker varsa, Allah’ın velilerine taarruz varsa, alenen insanları ekranlardan, Müslüman ve nezih bir topluluğa karşı kışkırtmak varsa, çelimsiz ve çürük delillerle bu müslümanları fetöcülük vs. ithamlarına maruz bırakmak gibi bir durum varsa buna karşı çıkmak hakkımız değil midir?

Bu münkerden nehyetmek değil midir?

Ve biz münkeri reddetmekle emrolunmadık mı?

Peki tüm bunları düşündüğümüzde, mezkur hadisi şerifi nasıl anlamamız gerekir?

Bunun Cevabını Ehli Sünnet Ulemamızdan Dinleyelim

Zikredilen hadisi şerifin şerhi için büyük muhaddis İbni Hacer’in (rahimehullah) “Fethu’l-Barî” isimli eseri başta olmak üzere Hadis Şerhlerine baktığımızda şunu görmekteyiz;

Hadisi şerifte bahsedilen fitnelerden maksat müslümanlar arasında zuhur eden savaşlardır ve bu savaşlarda müslümanların tavrı ne olmalıdır konusudur.

İşte bu konuda bazı alimler bu hadisi şerifin zahirine dayanarak mutlak bir şekilde, her ne olursa olsun bu savaşlara katılmanın yanlış olacağını söylemişlerdir. Sahabe arasında çıkan fitnelerde kenara çekilen bir kısım Sahabiler de hadisi bu şekilde anlamışlardır.

Fakat Sahabenin ve Alimlerin Cumhuru Hadisi Şerifi bu şekilde anlamamışlardır. Bilakis, eğer müslümanlar arasında sulh mümkünse, bu durumda sulh yoluna gidilmelidir. Ancak bir taraf diğer tarafa karşı haddi aşıyorsa, bu durumda haddi aşan tarafa karşı mazlum olanın yanında savaşılması gerekir diye hükmetmişlerdir ki, bu hüküm bizzat ayeti kerimede bildirilmiştir:

﴿وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا ۖ فَإِن بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَىٰ فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّىٰ تَفِيءَ إِلَىٰ أَمْرِ اللَّهِ ۚ فَإِن فَاءَتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا ۖ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ﴾ [الحجرات: 9]

Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.

Zaten Sahabe Efendilerimizin çoğu da bu şekilde hareket etmişlerdir. Eğer bir kısım sahabeler bu savaşlarda kenara çekilmeyi tercih ettiyse, buna mukabil sahabenin çoğunluğu da kendince haklı bulduğu tarafa katılıp savaşmıştır.

Şimdi bu Sahabeler kenara çekilmeyip hakkı savunmak uğruna savaştı diye hepsi yanlış yaptı ve hadisi şerife uymadı mı diyeceğiz?

Üstelik biz Hz. Ali tarafının haklı olduğunu söylemiyor muyduk bu savaşlarda?

Kenara çekilmeyip savaştılarsa, bu durumda Hz. Ali tarafı nasıl haklı olabilir?

Şavaşa katılmayıp kenarda durmaları gerekmez miydi?

Üstelik Şunu da Belirtmeliyiz ki;

Bu hadiselerde kenarda durup savaşa katılmayan bazı sahabiler sonrasında Hz. Ali’nin haklı olduğuna kesin kanaat getirince onun safına katılıp savaşmışlardır.

Tüm bu nakiller ışığında anlıyoruz ki; Alimlerimizin çoğunluğu, hadisi şerifi zahiri üzerine

hamletmeyip, zalimin karşısında mazlumun yanında olmayı vacib görmüşlerdir. Doğru olan da budur.

Peki Hadisi Şerifin Asıl Manası Nedir?

İbni Hacer’in Taberî’den naklettiği üzere bu hadisi şerif, müslümanlardan hangi tarafın haklı olduğunu, doğruya isabet ettiğini kestiremeyenlere hitap etmektedir. Ancak eğer kişi hangi tarafın doğru, hangisinin yanlış yaptığına yakin getirise, hele ki bu yanlış şeriata muhalefet içeren bir yanlışsa bu durumda hakka isabet eden tarafı desteklemesi gerekir. Çünkü bu münkerden nehyetmek kapsamına girecektir ki bu husustaki hadisi şerifler herkesin malumudur. Zaten Sahabe efendilerimiz de bu yönde hareket etmişletdir. Taberî cumhurun kabul ettiği bu görüşün doğru olduğunu ifade etmiştir.

İbni Hacer de bu konuda aynı kanaati paylaşıp şöyle demiştir: “Hak olan, sahabenin tamamının amelini doğru yol üzere hamletmektir. Hangisi savaşlara katıldı ise, ona karşı tarafın bağî olduğu delil ile açıkça sabit olmuşki katılmıştır. Hangisi de katılmamış ise, iki taraftan hangisinin bağî olduğu açık bir delille sabit olmamıştır ki katılmamıştır, ya da kudreti olmadığı için katılamamıştır.” (Fethu’l-Bârî, 13/42, hadisi no:7087, ayrıca geride yaptığımız nakillere dair bk. İbni Hacer, a.g e., 13/30-31, hadis no: 7081, Nevevî, el- Minhâc şerh-u sahîh-i Müslim, 18/8-9, hadis no: 2886, Mubârekpûrî, tufetu’l-Ahvezî, 6/362-363)

Bu Zikrettiklerimizden Anlaşılmıştır ki;

Gündemdeki hadiselere hiç müdahil olmayıp bir kenara çekilmek herkesin yapması gereken bir davranış değildir. Bu belki hakkın hangi tarafta olduğuna kesin kanaat getiremeyenler için bir yere kadar düşünülebilir. Ancak bir tarafın haksız olduğu, hatta alenen şeriatsızlık yaptığı sabitse -ki bize göre sabittir ve bunu anlamak da çık zor değildir- bu kimselere karşı (münkerden nehyetmek kabilinden) tavır almak, yanlışlarını insanlara beyan etmek boynumuzun borcudur.

Bazı Kimselerde Şunu Görmekteyiz;

Bu fitne ortamında kenara çekilmenin gerekliliğini beyan ettikten sonra işin ucu kendilerine dayanınca ve kendilerine de taarruz edilince, onlar da bu işe müdahil olup karşı tarafın haksızlığını ilan etmeye başlıyorlar. Ama olaylar kendilerine dokunmadığı sürece, Müslüman kardeşlerine iftiralar atılsa da, veli zatlara hakaretler edilse de kılları kıpırdamadan herkesin susup bir köşeye çekilmesi gerektiğini söylüyorlar.

Biz de bu arkadaşlara Hz. Aişe annemize iftira edildiğinde bu iftiraya -sanki itibar edilecek bir şeymiş gibi- ses çıkarmayanlara hitap eden şu ayeti kerimeyi hatırlatıyoruz;

﴿وَلَوْلَا إِذْ سَمِعْتُمُوهُ قُلْتُم مَّا يَكُونُ لَنَا أَن نَّتَكَلَّمَ بِهَٰذَا سُبْحَانَكَ هَٰذَا بُهْتَانٌ عَظِيمٌ﴾ [النور: 16]

Bu iftirayı işittiğiniz vakit, “Böyle sözleri ağzımıza almamız bize yaraşmaz. -Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah’ım!-Bu, çok büyük bir iftiradır” deseydiniz ya

Ayrıca hz. Peygamberin (sallallahu aleyhi vesellem) şu hadisi şerifini de unutmamak gereklidir:

قال رسول الله ﷺ: «من رأى منكم منكرًا فليغيرْه بيدِه فإن لم يستطعْ فبلسانِه . فإن لم يستطعْ فبقلبِه. وذلك أضعفُ الإيمانِ».

Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahu anh)’ın işittiğine göre, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Bir kötülük gören kişi, eli ile değiştirmeye gücü yetiyorsa onu eli ile değiştirsin. Buna gücü yetmez ise dili ile değiştirsin. Buna da gücü yetmezse kalbi ile (o kötülüğe) tavır koysun, (onu hoş görmesin). Ve bu da imanın asgarî gereğidir.” (Ahmet b. Hanbel, müsned, 18/42, hadis no: 11460)

والله سبحانه وتعالى أعلم بالصواب، وإليه المرجع والمآب.